Üniversite Tercihleri ve Bir Ülkenin Geleceği

Üniversite Tercihleri ve Bir Ülkenin Geleceği



"Kıymet bilmeyen milletlerde kıymet yetişmez ve kıymet yetiştirmeyen milletlerin kıymeti olmaz."

Bugünlerde yüzbinlerce gencimiz aileleriyle birlikte büyük bir heyecan içerisinde üniversite tercihlerini yapmaya ve üniversiteli genç olmaya hazırlanıyor. Üniversite tercihinde bulunacak gençler de kararlarını verirken büyük bir endişe ile hareket ediyorlar. Tercih yapacak gençlerimiz hayaller ve gerçekler arasında gidip geliyor.

Öğrencilerin büyük bir kısmı üniversite tercihlerini kendi ilgi ve kabiliyetlerinden ziyade mezun olunca iş bulabilme, ailelerinin beklentilerini karşılama ve yapacağı işin statüsü gibi hususlara bakarak belirlemeye çalışıyor. Okuduğu bölümden memnun olmayanların ve mezun olunca kendisine uygun iş bulamayanların sayısı ise her geçen gün artıyor.

Sınavda başarılı olanlar, öncelikle tıp, mühendislik ve hukuk bölümlerini daha fazla tercih ediyorlar. Diğer taraftan sınavda çok başarılı olan öğrencilerin sosyal alanlar olarak kabul gören dil, edebiyat, felsefe, sosyoloji, psikoloji, ilahiyat, SBF ve İİBF gibi bölümler ile fen alanında fizik, kimya, biyoloji ve matematik gibi bölümleri öncelikli olarak tercih etme oranlarında önemli azalışlar var.

Psikoloji, ilahiyat, yönetim bilimi, sosyoloji, felsefe, edebiyat gibi bol bol okuma, araştırma ve düşünme isteyen bölümlerde okuyan öğrenciler ise öğrencilik yıllarını okumak, öğrenmek ve paylaşmak yerine KPSS sınavına hazırlıkla geçiriyor. Buralarda okuyan öğrencilerin tek hedefi de bir an önce kamuda bir iş bulabilmek oluyor. Gerisi mi? İki sınıflı bir toplum: Atananlar ve atanamayanlar.

Gece gündüz çalışarak KPSS'de başarılı olan öğrenciler ise işe başladıklarında genellikle risk ve sorumluluk almayan, sosyallikten uzak, okumayı sevmeyen ve dış dünyaya genellikle kapalı kişiler olarak karşımıza çıkıyor. Bu cevherlerimizin sınav yolculuğu ise hiç bitmiyor. Bu sefer çalıştığı kurumda aday memurluktan memurluğa, uzman yardımcılığından uzmanlığa, müfettiş veya kontrolör yardımcılığından müfettiş ve kontrolörlüğe geçmek için sınavdan sınava koşuşturuyorlar.

Mevcut durum özellikle sosyal alanda yetişmiş, düşünen, sorgulayan, araştıran ve topluma yön verebilecek insan gücünde önemli eksikliklere yol açıyor. Çok ciddi kişisel, toplumsal ve sisteme dair sorunları bulunan Türkiye'de bu sorunlara kafa yorabilecek, çözüm analizleri ve alternatifleri sunabilecek ve uygulamaya koyabilecek insanımız bir elin parmağını geçmiyor.

Halil İnalcık, Kemal Karpat ve Metin Heper gibi asırlık bir kaç çınarımız dışında sosyal sahada yetişmiş ve ön plana çıkanların bir çoğu ise yüksek paralarla konferanslar vererek, organizasyon şirketleri kurarak veya reklam filmlerinde boy göstererek diğerlerinden daha az kazanmamanın peşinde koşuyorlar.

Eğitim sistemi, siyasal sistem, spor sistemi, adalet sistemi, kamu personel sistemimiz ve diğer toplumun tamamını ilgilendiren konularda hepimiz şikayetçiyiz ama "peki ya çözüm" denildiğinde ortada vasat birkaç görüş ve araştırma dışında maalesef somut önerilerimiz de bulunmuyor. Oysa ki sosyal meseleler göründüğünden çok daha karmaşıktır. Bu meselelerin çözümü derin bilgi birikimi, araştırma, analiz, tecrübe ve ustalık istemektedir.

Evet fen sahasında gelişmiş ülkelerin gerisinde geliyoruz ama sosyal sahada gelişmiş ülkelerden fersah fersah gerideyiz. İlaçlarımızı, telefonumuzu, otomobilimizi, bilgisayarlarımızı, fotokopi cihazlarımızı, köprülerimizi, nükleer santrallerimizi yabancılar yapıyor bunu açıktan görüyoruz. Ancak, bir de pek görülmeyen ve tartışılmayan diğer bir boyut var. Sinema ve tiyatromuzu destekleyecek başarılı romanların, hikayelerin sayısı çok çok az. Tarihimizi Amerikan, Ermeni ve İngiliz kökenli hocalar araştırıyor ve yazıyor, arkeolojik kazılarımızın neredeyse tamamını Almanlar ve Japonlar'a yaptırıyoruz. Eski Türk müziğimizi Macarlar ve Japonlar araştırıyor. Dünya çapında kabul gören bir ilahiyatçımız bulunmuyor. Uluslararası çapta marka olmuş bir siyaset bilimcimiz, yönetim bilimcimiz ve dil bilimcimiz bulunmuyor. Maalesef, sosyal sahada büyük teorisyenlerimiz yok ve bu alanda sadece diğerlerinin yazdıklarını uzaktan takip etmekle yetiniyoruz.

Asırlarca önce yaşamış Mevlana'nın, Farabi'nin, İbn-i Sina'nın ve daha nice ilim adamının eserlerinin Batı dillerine çevrildiğini övgüyle anlatırken bugün biz de yazılıp bir başka dile çevrilen ve yurt dışındaki okullarda ders kitabı olarak okutulabilen doğru dürüst eserimiz bulunmuyor.

Peki, Türkiye'nin sosyal ve kültürel meseleleri üzerine düşünen, araştıran ve sistem inşa edebilecek insanlar ve büyük teorisyenler nereden, nasıl çıkacak? İşte bizim önerilerimiz:

*Eğitim en temel insan hakkıdır. Herkese eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Üniversite'de bölümler arası geçiş ve üniversiteler arası geçiş imkanı artırılmalıdır.

*Üniversite sınavında herkesin ilgisine ve istidadına göre bir bölüm okuması hedefi devletin esas gayesi olmalıdır. Mutsuz ve kendisini okuduğu bölüme ait hissetmeyen üniversitelilerin sayısını en aza indirmek başlıca hedef olmalıdır.

*Bilgi yüklemekten ziyade yetenek kazanma ve araştırma yapma yöntemini öğreten bir üniversite müfredatı uygulanmalıdır.

*İstisnaları olmakla birlikte en yüksek puanları alabilen öğrencilerin hayatlarının ilerleyen safhalarında da en başarılı işlere imza atacağı düşünülmektedir. Onun için Türkiye geleceğine yatırım yapmak istiyorsa en başarılı öğrencilerini birkaç alana toplamak yerine kendi yeteneklerine uygun alanlara yönlendirmeli, gelişimlerini sağlamalı ve en yüksek katma değeri sağlamalıdır.

*Özellikle sosyal bilimler alanında yetenekli olduğu düşünülen ve en başarılı öğrencilerin çok ihtiyaç duyulan psikoloji, sosyoloji, edebiyat, tarih, ilahiyat gibi bazı bölümleri kazandıkları taktirde mezun olduklarında kamu kurumlarında işe girme veya üniversitede akademisyen olabilmesi için kontenjan verilmelidir. Öğrencilik sırası ve sonrasında kişiler ÖSYM'nin standartlaştırdığı sınav sistemine hazırlanmakla vakit kaybetmemeli ve okumalar, araştırmalar yapmalı ve yazı yazma yeteneklerini geliştirmelidir.

*Fen ve tıp sahasında da en başarılı çocuklarımızın bazılarını belirli üniversitelerin belirli kontenjanlarını kazandığında gelecek ve iş kaygısından uzak tutacak ve mezun olduğunda yurt içi ve dışında akademik sahada çalışmalar yapması için destekleyecek bir kontenjan olmalıdır. Kendi ilacımızı üretmek istiyorsak araştırmaya ve geliştirmeye imkan sağlanan doktorlarımız ve mühendislerimiz bulunmalıdır.

*YÖK ve MEB, ders kitaplarının yazımını öncelikli stratejik hedef olarak belirlemelidir. Özellikle sosyal sahadaki ders kitapları kaliteden çok uzaktır. Ders kitabı yazımı teşvikleri artırılmalıdır.

Bütün bu görüş ve önerileri bundan 67 yıl evvel 1949 yılında kaleme alınan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yazdığı Huzur romanından bir paragrafla sonlandırmak istiyorum.

"Sıkı bir nüfus siyasetine, sıkı bir istihsal (üretim) siyasetine başlamamız lazım. Birtakım mekteplerimiz var; birçok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı adet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak... o zaman ne olacak? Kriz?"

ÖSYM Tercih Kılavuzu